Çıplak ve Yalnız

     Hamdi Koç’un 2013 yılında yazdığı Çıplak ve Yalnız adlı romanı geçen hafta bitirdim.  Çıplak ve Yalnız, 2014 yılında 43. Orhan Kemal Roman Armağanı’na değer bulunmuş. 599 sayfalık bu romanın, belli yerlerde bir parça gereksiz uzatıldığını hissetsem de, kendini okutma konusunda başarılı olduğunu söyleyebilirim. 0000000454553-1

 Hikaye 1950’lerin sonunda başlıyor. Kahramanımız, bu dönemde yaşadıklarını bize kendi ağzından 2000’lerde anlatıyor. Mesut henüz 20’lerinin başında, zaman zaman kendini yalnız hisseden ve bu his nedeniyle kendini bazen olduğundan da yaşlı hisseden biridir. Fakat yaşadıkça ve olaylar geliştikçe, aslında düşündüğü kadar da yalnız olmadığını keşfedecektir.

    Ankara’da postanede kendi halinde çalışan bir memur olan Mesut, bir gün bekar evinde bir telefon alır ve amcasının öldüğünü öğrenir. Hemen sonrasında, Mesut’un tanıştığında Allahşükür adını taktığı, süt kardeşi kendisini arabayla alır ve Ünye’ye yani rahmetli ailesinin memleketine doğru yola çıkarlar. Mesut’un annesi, babası ve abisi kısa zaman önce bir trafik kazasında hayatını kaybetmişlerdir. Mesut, bir büyük şehir hayatından sonra, küçük bir yer olan Ünye’ye adımını attıktan sonra karşılaştığı birçok şeyi garipsemeye başlar.

     Büyük bir hüzün ve şaşkınlık içindeki yengesi, Mesut’u özlem ve sevgiyle karşılar. Mesut ilk andan itibaren amcasının varlıklı biri olduğunu anlar ve ister istemez mirasa konma düşüncesinden kendini alamaz. Bu varlıklı yapının da nedeniyle, cenazede ev eş, dost ve tanıdıklarla taşmaktadır. Mesut kısa zaman içinde içten içe bir sıkıntı hissetmeye başlar. Bu arada Allahşükür’ün de her hareket ve konuşmasını garipser ve zaman zaman da kendisiyle mukayese etmeye başlar. Allahşükür’ün kendisine gösterdiği yakınlık ve sevgi, saygının farkındadır ancak Mesut henüz o şekilde hissedemez. Aralarındaki diyaloglar, birbirlerini zaman zaman tam olarak anlayamadıkları için kopar fakat kısa süre sonra farklı bir konuyla yeniden başlar. Bunda Mesut’un sarkastik tarzı ve komik kişiliğinin, Allahşükür’ün de düz ancak dürüst ve saf bir kişiliğe sahip olmasının da payı vardır.

       Mesut içinde bulunduğu kaotik durum nedeniyle bunalmaya başlayınca, ilk fırsatta her şeyi bırakıp Ankara’ya dönmeyi kafaya koyar. Fakat arabayla henüz birkaç kilometre gitmişken, bir güç onun ilçe sınırlarından geçmesine izin vermez. Ne yaparsa yapın araba belli bir noktadan ileriye gidemez ve Mesut sonunda geri dönmeye karar verir. Bir şekilde Ünye’deki hesabı kapatacaktır.

     Özellikle bu noktadan sonra, romanda bazı yerlerde gizemli ve mistik bir anlatım tarzıyla karşılaşmaya başlıyoruz. Mesut, Ünye’de geçirdiği kısa süreden sonra amcasının hayaletinin sürekli etrafında olduğunu ve ondan yardım istediğini hisseder. Bir şeylerin eksik ve yanlış yapıldığını hissetmeye başlar. Bu arada amcasının işleri hakkında da giderek daha fazla bilgi sahibi olur ve yavaş yavaş bu varlıklı yapının nasıl oluştuğunu kavramaya başlar. Çevreye Mesut’un amcasının kalp krizinden öldüğü söylenmiştir ancak Mesut olup bitenin hiç de öyle olmadığını anlar ve bu işi Allahşükür ve etraflarındaki birkaç adamla birlikte araştırmaya karar verir.

    Bu süreçte, kasabanın en akil insanlarından biri olan Hikmet’le tanışır. Akrabası olduğunu öğrendiği Hikmet’le yaptığı sohbetler Mesut’u ciddi şekilde değiştirmeye ve dönüştürmeye başlar. O artık Ünye’ye ilk adım attığı andaki Mesut değildir. Öğrenmenin, bilmenin, değer vermenin keyfine varmaya başlar. Hikmet O’na gerçekten kim olduğunu anlatacak ve hissettirecektir. Hayatı boyunca anne ve babasının gerçek anlamda sevgilerini neden hissedemediğini de anlamaya başlayacak ve annesi, babası, amcası, yengesi kısacası tüm ailesiyle ilgili bir takım sorgulamalara girişecek ve gerçeğe giderek daha fazla yaklaşacaktır.

     Mesut’un kadınlar konusundaki kararsız ve doyumsuz yapısının da ilgi çekici olduğu söylenebilir. Mesut’un Ankara’da kendisinden yaşça büyük bir karısı vardır. Son derece dominant ve sert bir tiptir. Mesut Ünye’ye geldiğinde ise, Allahşükür’ün doktor olan kardeşi olan Akide’ye kör kütük aşık olduğunu düşünüyorken, bir anda Asiye adlı başka bir kızı görmesi ve o düşüncelerin yerini zaman zaman farklı duygu ve fantezilerin kaplıyor oluşu Mesut’un karakteri ve psikolojisini anlatan önemli detaylardan biridir. Bu arada Akide’yle ilgili bazı gerçekleri de öğrendikçe ona olan duyguları değişmeyecek ama değişime uğrayacaktır.

   Mesut kendi geçmişindeki sırlarla hesaplaşırken, bir yandan da amcasını ölüme götüren süreçteki yaşananları keşfetmeye devam eder ve bazen “hayaletlerden” yardım almaya başlar. İzleri takip ettiğinde ise, kendini gerçekleşmiş ve tarihe gömülmüş bir katliamın içinde bulur. Burada yazar Hamdi Koç, Mesut vasıtasıyla  Türkiye’nin yakın tarihindeki birçok kıyım ve insanlık dışı olayla hesaplaşır.

    Çıplak ve Yalnız, hayata dair birçok farklı noktaya dokunan, tam anlamıyla büyük özen gösterilerek yazıldığı belli olan dolu dolu bir romandı. Okuyanların pişman olmayacaklarını söyleyebilirim. Bu arada Koç’un romanını Gezi Parkı Direnişi’nde hayatını kaybedenlere adadığını da belirtmem gerek. Her zaman olduğu gibi, yazımı romandan bir paragrafla bitirmek istiyorum.

   “Karım haklı. Bıktım artık derdim ama haklı. Para unutturamıyor ama cinsi münasebet unutturur. Hayatta yapacak daha iyi bir şey yok. İnsana daha iyi gelen bir şey yok. Bir de sohbet, evet, Hikmet’le edilen sohbet gibi bir sohbet. Acı, gurur, sevgi, anlayış, utanç, teselli, hüzün ve akıl dolu. Öğrenmenin mutluluğu ve bilmenin utancı. Öğretmenin tatmini, teselli etmenin gururu.”